Rönesans

Fotografci: David Cadenas


Yerin ortalama beş metre üstünden bütün şehri birbirine bağlayan, manyetizma kuvvetinden yararlanan magnebus hattındaki gecenin son aracı ani, fakat sarsıntısız bir frenle yavaşladı. Gecenin bu geç saatinde araçta az sayıda yolcu vardı. Duran araçtan inen birkaç yolcu asansörle istasyondan yer seviyesine indiler.

Selin nişanlısıyla şehrin güzel restoranlarından birinde buluşmuş, lezzetli yemekler ve içeceklerin de eşliğinde hoşça vakit geçirmişti. Öyle ki zamanın nasıl aktığını fark etmemişti. Hâlbuki yetişkin biri olmasına rağmen gece geç vakitlerde yalnız olmaktan tıpkı şehrin diğer aklı başında insanları gibi korkuyordu. Nişanlısının teklifine rağmen eve yalnız dönmekte ısrar etmişti. Şimdi yüksek binaların arasındaki puslu ve ıssız sokakta ilerlerken, aydınlatmaya ve güvenlik kameralarına rağmen eve yalnız dönmenin iyi bir fikir olup olmadığın kendine soruyordu. Hele arkasındaki hızlanan ayak seslerine kulak kesilmişken bu sorunun cevabı çok netti.

Tereddütle omzunun üzerinden arkasına baktı. Sıradan görünüşlü genç bir erkek hızlı adımlarla aynı yönde ilerliyordu. Genç adam gözlerini yerden ayırmadan yürüyordu. “Sakin ol! Sıradan biri işte,” diye düşünmesine rağmen kalbinin çarpıntısını yavaşlatamamıştı. Nedense hala tedirgindi.

Sayısal gözlüğünü taktı ve birkaç göz hareketiyle ekrana saydam olarak yansıyan telefon rehberini karıştırmaya başladı. Heyecandan gözlük çerçevesinin sol ucundaki kulaklığı kulağına oturtamamıştı. Bir eliyle onu düzeltirken telefonda konuşmanın kendisini rahatlatacağından emindi.

Sokağın diğer ucuna yaklaşırken kimi arayacağına hala karar vermemişti. Gece yarısı kimi arayabilirdi ki? Üstelik neyi bahane edecekti?

Daha ne olduğunu anlayamadan arkasındaki adam koştu ve kısa mesafeyi bir anda kapatıp Selin’in boğazına bıçak dayadı. Bu bir kâbus olmalıydı! Ya da korkudan hayal görmeye başlamıştı. Gerçek olamazdı! Ama boynundaki soğuk metal ve belini sıkan kol oldukça gerçekti.

“Benimle geleceksin!” diye kulağına fısıldadı adam, sapkınca ve şeytani bir sesle. Selin çığlık atmak istedi ama boynundaki bıçak açık bir tehditti. Kalbi sıkışırcasına atarken ve kan beynine hücum ederken aklına tek bir çare geldi. Göz hareketleriyle rehberden babasının numarasını seçti ve aradı.

Dit… Dit… Saniyeler saatlere dönüşmüştü. Biraz sonra babasının “Alo! Kızım!” sözleri cevapsız nidalara dönüşürken saldırganın tüyler ürpertici sesiyle karışıyordu. “Hadi, nazlanma!” derken saldırgan, kızın birini aradığından habersizdi. Kız adım atmamakta ısrar edince bıçağı bir an boynundan çekip hızla suratına sert bir tokat yapıştırdı. Selin sendeleyerek yandaki duvara kapaklanırken sayısal gözlüğü yere düştü. Toparlanıp kaçmaya fırsat bulamadan saldırgan adamın üzerine doğru atıldığını fark etti.

Selin için rüya gibi başlayan gece kâbus gibi bitiyordu. Ancak biten tek şey gece olmayacaktı.

Dışarıda parlayan güneşe rağmen yüksek korunaklı cezaevinin kale gibi duvarlarının içi kasvetle doluydu. Şehrin birkaç kilometre dışındaki bu hapishanenin şehirdeki diğerlerinden tek farkı daha korunaklı olması değildi. Çok az kişinin bildiği başka bir özelliği daha vardı: Burası Modifiye Kimliklendirilmiş İnsan Projesi’nin (MKİP) uygulama merkezlerinden biriydi.

İdam cezasına çarptırılan Oktay, zırhlı araçla hapishaneye girdiğinde buradan bir daha çıkamayacağını biliyordu. Kanunlarla her zaman başı belada olmuştu ama asla son seferki kadar ileriye gitmemişti. Şimdi pişmanlık ve korku içinde hayatının çıkmaz sokağına girmişti.

Ürkütücü bir sessizliğin hâkim olduğu hapishane binası aşina olduğu diğerlerine hiç benzemiyordu. Küçük bir odada elleri ve ayakları kelepçeliyken saçları berber tarafından kazıtılıyordu. Bunun elektrikli sandalyede gerçekleşecek idamı için gerekli olduğunu biliyordu. Fakat sürecin bu kadar çabuk işleyeceğini ummamıştı. Artık çok az vakti olduğunu biliyordu.

Ölümün nasıl bir şey olduğunu düşünürken beraberindeki polisler eşliğinde başka bir odaya sevk edildi. Elektrikli sandalye yoktu ve burası bir ameliyathaneye benziyordu. Yoksa zehirli iğneyle mi idam edilecekti? Korkuyla haykırarak sorular sormaya, küfürler savurmaya başladı ama kimse cevap verme tenezzülünde bulunmuyordu.

Zorla geniş yatağa yatırıldı ve kelepçeleri çıkarılırken yataktaki bağlarla sabitlendi. Kımıldaması mümkün değilken daha fazla debelenmenin anlamı yoktu; kendini kaderinin kollarına bıraktı. Doktor içi koyu yeşil renkli sıvıyla dolu şırıngayı koluna batırdığında hafif bir acı hissetti. Biraz sonra bilinci kapanırken düşündüğü son şey ölümün huzur verici olduğuydu.

Enjeksiyonu yapan doktor bir neşterle mahkûmun turuncu tişörtünü yırttı ve üstünden çıkarttı. Göğsüne ve boynuna birçok elektrot bağladı. Aynı anda kadın doktor mahkûmun koluna serum taktı ve diğer bir adam monitörleri açtı. Çok sayıda bilginin aktığı ekranda kalp atımı da görünüyordu. Mahkûm ölmemişti, fakat bu odadakileri şaşırtmadı. Ama bir şekilde farkında olabilseydi, Oktay için hayatının en büyük sürprizi olurdu.

Diğerleri büyük bir kaskı andıran ve çok sayıda kablonun bağlı olduğu başlığı asılı olduğu küçük vincin yardımıyla mahkûmun kafasına geçirirken yaşlı ve tombulca bir doktor önünde monitörlerin ve kolların olduğu kontrol panelinin karşısındaki yerine oturdu. Ne kadar alışık olsa da tarihin en görkemli aletlerinden birini kullanmak üzereydi. Taş ve sopaları kullanan tarih öncesi atalarını hatırlayıp güldüğü olurdu ama bu sefer mutsuz bir günündeydi.

Birkaç ayarlama ve kontrolden sonra işlemi başlattı. İşin büyük kısmını robot başlığı kontrol eden bilgisayar yapıyordu ama onun da yapması gerekenler vardı. Dikkatle işine odaklandı.

Büyük yatağa bağlı, hareketsizce yatan mahkûmun vücudu ara sıra istemsizce kasılıyor veya titriyordu. Görünürde bir güç sarf etmemesine rağmen kısa sürede tüm vücudu ter içinde kaldı. Bedenine bağlı elektrotların ekranlara aktardığı bilgilerden bazıları sabitken bazıları hızla değişiyordu. Yaşlı doktor her şeyin yolunda gittiğinden emindi. Kısa aralıklarla yaklaşık bir hafta sürecek operasyon sorunsuz başlamıştı.

Günler geçmek bilmiyordu. Sigarasını küllükte söndürdü ve yarım saattir oturduğu cam kenarından kalktı. Yapacak hiçbir şeyi, gidecek hiçbir yeri yoktu. Neredeyse bir aydır yaptığı tek şey beklemekti ve az kalmıştı. Ancak intikam içindeki derin acıyı hafifletecek ve bir aylık mahkûmiyetine son verecekti. Sonrasını ise hiç düşünmemişti. Odaklandığı tek bir an vardı: Masum kızını hayatının baharında dünyadan koparan şeytanı öldüreceği o an. Sonrasının bir önemi olmayacaktı.

Geniş salonda volta atarken bin bir türlü düşünce beynine hücum ediyordu. Artık bitap bir vaziyetteydi ama ne psikolojik ne de bedensel yorgunluğunun farkındaydı. Tam tersine kendisini hiçbir zaman daha kuvvetli hissetmediğinden emindi.

Bu gece de birçok gece olduğu gibi kâbusla uyanmıştı. Çalan telefona cevap veriyordu, “alo” diyordu, sesleniyordu ama yanıt alamıyordu. Bir an sonra kızının çığlıkları ve katilin gaddar kahkahaları birbirine karışıyordu. Hiçbir şey yapamamak asla bu kadar ağır olamazdı. Gerçek çaresizlik bu duygu olsa gerekti. Sonra ter içinde ve çığlıkla uyanmıştı; tıpkı diğer birçok gece olduğu gibi.

Saatlerdir, günlerdir kendini mahkûm ettiği evinin salonunda düşünmekten, kahrolmaktan, intikamını planlamaktan başka bir şey yapmıyordu. Aynı şeyleri defalarca düşünüp durmuştu. En çok takıldığı konu bunca yıldır yaptığı işi ve vicdanını sorgulamaktı. Zorunlu izne ayrıldığı bir ay öncesine kadar öyle bir işle meşguldü ki hep kendisini önemli görmüştü. Ama şimdi geçmişine de lanet ediyordu.

Rıdvan tıp fakültesini birincilikle bitirmişti ve nörolojide uzmanlığına başladığı sıralarda, üniversiteden beri sevdiği Leyla ile hayatını birleştirmişti. Kendini bilime adadığı gençlik yıllarında ailesi ile yeterince ilgilenme fırsatı olmamıştı. Çok başarılı bir nörologdu ama Selin’i Leyla neredeyse tek başına büyütüyordu. Ta ki eşini kaybettiği o trafik kazasına kadar. Bir anda her şey alt üst olmuştu. Karısının acısını yüreğine gömdüğünde artık bir şeylerin farkına da varmıştı. Bundan sonra hayatı kaçırmayacak ve yıllardır ihmal ettiği kızına ilgiyle bağlanacaktı.

MKİP’ten de ilk kez bu sırada haberdar olmuştu. Gizli toplantıda kendisine üstü kapalı birkaç bilgi veren bir gizli servis ajanı olmasaydı kendisiyle dalga geçildiğini sanırdı. Nasıl olup da bunca yıldır bu projenin gizlendiğine mi yoksa kullanılan muazzam teknolojiye mi daha çok şaşırması gerektiğini bilememişti ama teklif edilen maaş kızının geleceği için garanti olacaktı. Fazla düşünmeden kabul etmişti.

Yirmi birinci yüzyılın sonlarına doğru gelişmiş ülkeler bilimde zirveyi yaşarken ahlak ve güvenlik dibi görmüştü. Devletler sosyal ve hukuki sorunlarla boğuşuyordu. Ümitsizlik ve maddi sebeplerin insanları daha az çocuk yapmaya ittiği yüzyılın sonlarında yaşlı nüfus çığ gibi artmıştı. Yaşlıların emeklilik ve bakım masrafları bir yana iş gücünün hızlı düşüşü sanayi ülkelerini çökmenin eşiğine getirmişti. Genç nüfusta artan suçluluk oranı hapishaneleri doldururken fabrikaları ve okulları boşaltmıştı. Dağılmanın eşiğindeki Avrupa Birliği ülkeleri birçok önlemle birlikte çok gizli bir uygulamayı da devreye sokmuştu: MKİP.

Uzun süreli cezalara, müebbet hapse veya son yirmi yılda yeniden devreye sokulan idama çarptırılan genç mahkûmlar yeniden hayata, daha doğrusu iş gücüne kazandırılıyordu. Kâğıt üstünde, dış dünyadan izole yüksek güvenlikli hapishanelerde cezalarını çekiyorlardı ama aslında ileri teknoloji ürünü sistemler ve yöntemlerle önce hafızalarının bir bölümü siliniyor ve üzerine yeni bilgiler yazılıyordu, sonra estetik ameliyatla yüzleri değiştiriliyordu. Birkaç dosyanın ve yeni bir kimlik ile fiziksel ortamın hazırlanması işin son ve en kolay aşamasıydı. Yaklaşık bir aylık sürekli anestezinin sonunda mahkûm, geçmişinin karanlık noktaları ve aile bağları gibi bazı bilgilerden arındırılıp yeniden yapılandırılmış hafızası, yeni yüzü ve kimliğiyle yepyeni bir hayata başlıyordu. Her şey o kadar dikkatle ve profesyonelce hazırlanıyordu ki suçundan arındırılmış (!) modifiye insan, tıpkı etrafındaki herkes gibi, kendisini hayatına devam eden sıradan biri olarak biliyordu.

Genç ve başarılı bir doktor olarak girdiği MKİP’te yıllarca birçok suçlunun hafızasını yeniden yapılandırmıştı. Zaman zaman ahlaki sorular aklında belirmiş olsa da bunları düşünmekten kaçmış ve görevini layıkıyla yerine getirmek için çabalamıştı. Şimdi kızının katilinin idam edilmek yerine aynı süreçten geçip hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam edecek olmasını katlanılmaz buluyordu. Kızını ve yıllarca birçok suçtan acı çeken, zarar gören diğer insanları hatırladıkça uzun süredir kaçabildiği tüm sorular önüne çıkıyor, vicdanı sızlıyordu.

Sehpanın üzerindeki pakete uzandı ve içinden bir sigara daha çekti. Sigarasını yakarken kapı çaldı. Kapının önünde duran adamı ev kontrol sisteminin ekranından izliyordu. Şişmanca yaşlı adam da MKİP’ten görev arkadaşı doktorlardan biriydi ve uzun yıllardır tanıdığı dostuydu. Heyecanla dokunmatik ekrandan kapının açılması komutunu verdi.

Misafir düşünceli görünüyordu. Salona girdi, ev sahibiyle göz göze geldi, fakat ikisi de tek kelime dahi etmediler. Her şeyi konuşmuş ve tartışmışlardı; artık kelimeler anlamsızdı. Çantasından ince bir zarf çıkarıp dağınık sehpanın üzerine bıraktı ve son kez dostuna manidar bir bakış attı. Yine bir şey söylemeden evden ayrıldı.

Emniyet müdürlüğü binasındaki küçük bir odada MKİP’in Türkiye bürosu şefinin de yer aldığı bir ekipçe sorgulanıyordu. Sorulara ya cevap vermiyor ya da onları bir iki cümleyle geçiştiriyordu. Son yirmi dört saat içinde yaşadıklarından sonra tuhaf bir şok halindeydi. Zihninde canlanıp duran görüntülerden bir türlü kurtulamıyordu ama bundan o kadar da rahatsız değildi; nitekim hiçbir şey düşünemiyor ya da hissedemiyordu.

Bir sahnede evinde oturmuş, arkadaşının getirdiği dosyaya bakıyordu. Kızının katilinin fotoğrafına iğrenerek bakmıştı. Yandaki bilgilerde eski kayıtları ve yeni kayıtları yazıyordu. Önceden işlediği küçük suçlar da dâhil anılarından birçoğu silinmiş, yepyeni bir geçmişe kavuşmuştu. Oktay’ın adı da değiştirilmiş, Murat olmuştu. Eski hayatıyla yeni hayatını birleştiren ortak nokta, kod adıydı: Modifiye Kimliklendirilmiş İnsan Modeli 100236 (MKİM100236).

Sonra sahne değişti: Silahını MKİM100236’ya doğrultmuş, gözleri onun korkan ve sorgulayan bakışlarıyla buluşmuştu. Nihayet intikam anı gelmişti ve kendinden beklemediği kadar soğukkanlıydı. Silahı ateş almadan önce söylediği tek şey “Bu, kızım için!” olmuştu. Murat’ın yere yığılan bedeni kan havuzunda yatarken açık kalmış gözleri tavana bakıyor ve sanki “Neden?” diye soruyordu.

Son sahnede etrafı polislerle çevrilmişti. İntikam ateşi söndükten sonra yere çömelip bir duvara yaslanmış ve ifadesiz gözlerle silahına bakıp durmuştu. Kaçmayı düşünmemişti bile. Üzerine çevrilmiş silahlara ve polis amirinin “Silahını bırak!”, “Ellerini kaldır!” gibi emirlerine aldırış etmeden öylece oturuyordu.

Gözleri önünden akıp giden sahneler nihayet durulduğunda Rıdvan düşünmeye ve hissetmeye başladı. Şokun etkisi azalıyordu. Pişmanlık ya da mutluluk hissetmiyordu ama sanki ruhu hafiflemiş gibiydi. En azından kızının katili artık öbür dünyayı boyladığı için kendini rahatlamış hissediyordu.

“Şimdi ne olacak?” sorusu şimşek gibi çaktı aklında. İlk anda sarsıldı ama sonrasında huzursuz ya da korkulu değildi. Çünkü her şeyi daha önceden göze almıştı. Şimdi sadece geleceğini merak ediyordu.

Rıdvan artık genç olmadığının farkındaydı ama hala sağlıklıydı ve bu ülkeye hizmet etmeye devam edebilirdi. Eğitimi ve tecrübesiyle ülkedeki “faydalı” kesimin önemli bir üyesiydi. Bu açıdan bakınca MKİP için hala aday sayılabilirdi. Kendisi bugüne kadar birçok insanın geçtiği rönesans (“yeniden doğuş” – aynı zamanda MKİP için kullanılan kod adı) kapısının meleği olmuştu. Şimdi aynı kapıdan geçip yeniden doğma sırası ondaydı. Her ne kadar son zamanlarda Oktay’ın ya da diğerlerinin bunu hak etmediğini düşünse de kendisini buna layık görüyordu. Nasıl olsa o sadece intikam almıştı; gerçek bir katil sayılmazdı!

Kahve fincanını önündeki masaya bırakan şef bir el işaretiyle diğer görevlileri oda dışına çıkardı. İleri yaşına rağmen dinç görünen iri yarı adam düşünceli gözlerle karşısındaki katil zanlısını izledi bir süre. Normalde davalarla birebir ilgilenmezdi ama bu kez suçlu bir MKİP çalışanıydı. Kendi görev döneminde ilk kez böyle bir olayla karşılaşıyordu ve fazlasıyla huzursuzdu. Rıdvan’ın herhangi birini değil de bir MKİM’i öldürmesi ise durumun vahametini katlıyordu.

“Normalde bunu yapmam yasak ama…” Şef durakladı, çantasından bir dosya çıkardı ve elindeki dosyaya bakarken konuşmaya devam etti: “Sen yıllarca bizim en önemli üyelerimizden biriydin.” Dosyayı Rıdvan’a uzatırken ekledi: “Ve bence küçük bir iyiliği hak ediyorsun.” Başkası buna iyilik der miydi bilmiyordu ama kendisi aynı durumda olsaydı bunu büyük bir iyilik olarak görürdü.

Rıdvan “MKİM3033” başlıklı dosyayı okumaya başladığında kanı dondu, sarsıldı. Bu mümkün olamazdı! Hemen sonra dehşete düştü; çünkü kimseye ikinci kez “yeniden doğma” şansı verilmezdi.

Farkında olmadan ikinci ve son hayatını da mahvetmişti.

Hayat tuhaftı.

Yorumlar

Popüler Yayınlar