Samsara

Fotografci: Matthew T. Rader


Margaret Ezio babasının ölümünün ardından madencilik alanında dünyanın önde gelen şirketlerinden biri olan Ezio Madencilik’in başına geçmişti. New York Üniversitesi’nde aldığı ekonomi ve işletme eğitimi ve babasının şirketinde edindiği tecrübe onu bu işi yapabilmesi için yeterince donanımlı kılmıştı ama iş konusunda hiçbir zaman babası kadar hırslı ya da yetenekli olduğunu iddia edemezdi. İşten bunaldığı anlarda ofisten uzaklaşmak onun için alışkanlık haline gelmeye başlamıştı. Gün içerişinde yanıtlaması gereken bir e-postaya odaklanmıştı ama ofis yerine 13. caddedeki Starbucks’ta sıcak kahvesini yudumlayarak çalışmak işin stresini hafifletiyordu.

Margaret farkında değildi ama birkaç masa ötede oturan Aaron tedirgin bir şekilde onu izliyordu. Dakikalardır bardağına bile dokunamamış, zihnindeki fırtınada kaybolmuştu. Nihayet cesaretini toplayabildiğinde masadan kalktı ve yavaşça Margaret’e yaklaştı. Ancak Margaret’ın oturduğu masaya birkaç adım kala iri kıyım bir koruma tarafından nazikçe engellendi. Aaron şaşırmadı ama bir şekilde Margaret ile konuşması gerekiyordu.

“Pardon hanım efendi! Bir dakika konuşabilir miyiz?” diye seslendi Aaron çaresizce. Aklından korumayı savurup Margaret’a daha yaklaşmak geldi ama korumanın belindeki silahı fark ettiğinde bunun iyi bir fikir olmadığını anladı.

Margaret kafasını kaldırıp ona baktı. Otuzlu yaşlarda olduğunu tahmin ettiği adamı şöyle bir süzdü ama onu tanımadığından emindi. Bir şey söylemeden yeniden tabletinin ekranına odaklandı. Bu koruma için yeterli bir talimattı aynı zamanda.

“Jessica!” diye seslendi Aaron. Sesi titrek çıkmıştı. Yanındaki koruma onu daha sıkı kavrarken hemen kapının yanındaki bir diğeri de oraya doğru yönlendi. Margaret şaşkınlıkla bir daha adama baktı.

“Biriyle karıştırıyor olmalısınız,” dedi. Ama bu defa daha dikkatlice süzdü adamı.

“Benim, Aaron! Sen olduğunu biliyorum Jess!” dedi çaresizce Aaron. Kafedekiler merakla onlara bakmaya başlamıştı bile.

O anda Margaret başında ciddi bir ağrı hissetti. Sanki sivri bir iğneyi beynine batırıyorlardı. Elinin başına götürdü ve hafifçe ovaladı. Açıklayamadığı bir şekilde tanıdık duygular hissediyordu. Az evvel hayatında ilk kez gördüğüne yemin edebileceği adam şimdi ona çok tanıdık geliyordu. Ama bu bir histi. Bu adama dair hiçbir şey bilmiyordu. Bir şey söylemek istedi ama ne söyleyeceğini bilmiyordu. Korumalar Aaron’ı uzaklaştırmak üzere harekete geçtiklerinde Margaret bir an onunla konuşmak istedi. Ama merakına rağmen tedirginlik ağır bastı ve konuşmaktan vazgeçti.

Aaron çaresizdi. Silahlı ve güçlü korumalara karşı gelmesi mümkün değildi. Hâlbuki tek isteği birkaç dakikalığına da olsa Margaret ile konuşmaktı. Günlerce ona ulaşabilmek için çabalamıştı ve şimdi bu kadar yaklaşabilmişken bir şey yapmak zorundaydı. Bu onun ilk ve son fırsatı olabilirdi ama bu fırsat elinden kaymak üzereydi. Bunu daha önce planlamamıştı ama bir anlık refleksle tişörtünü hafifçe sıyırdı. Göbeğinin hemen üzerindeki dövme bir anlığına göründü. Bu ellerini birleştirmiş dua eden küçük bir melek figürüydü. Korumalar onu kapı dışarı ettiğinde tek umudu Margaret’ın bu dövmeyi görmüş olmasaydı.

İsteği olmuştu. Margaret küçük melek dövmesini kısa süreliğine fark etmişti. O an içinde tarif edemediği fırtınalar koptu. Önce sevinç ve huzur, sonra derin bir korku ve kaybolmuşluk hissi… Başındaki ağrı daha da yayıldı ve sonra burnundaki sıcaklığı hissetti. Burnu kanıyordu ve damlalar üzerine düşüyordu. Hemen bir peçeteyle burnunu kapattı. Korumalarının yardımıyla birkaç dakika sonra kafeden çıktı ve lüks arabasıyla uzaklaştı.

Akşam olmuştu. Margaret tüm öğleden sonrayı evinde dinlenerek geçirmişti. Zorda olsa uykuya dalabildiği bir iki saat iyi gelmişti. Artık başı ağrımıyordu ama kendini sersemlemiş hissediyordu. Yavaşça yataktan doğruldu ve şık yatak odasındaki boy aynasına yaklaştı. Titrek elleri bluzunu kıvırdı. Aynadaki dua eden melek yansımasına bakıyordu. Kafedeki adamdaki dövmenin birebir aynısıydı ve aynı yere yapılmıştı; göbeğin üst kısmına. Daha ilginç olanı ise bu dövmeyi sevmesine rağmen nedense asla ne zaman yaptırdığını hatırlayamamasıydı.

Yatağına oturdu ve o adamın neden kendisiyle konuşmak istediğini ve dövmesini ona gösterdiğini düşünmeye başladı. Çok fazla olasılık yoktu. Margaret güzel, zengin ve ünlü bir kadındı. Platonik bir âşık ya da ondan para koparmaya çalışan biri olabilirdi. Dövmesini bir yerlerde, belki basına yansıyan bir fotoğrafında görmüş ve aynısından yaptırmış olabilirdi. Bu mantıklı açıklama ile biraz rahatladı ama sonra kendisini neden “Jessica” olarak çağırdığına takıldı. Ama en önemlisi neden bu olay onda travmatik bir etki bırakmıştı! İşte buna herhangi mantıklı bir açıklaması yoktu.

İlerleyen günlerde bu küçük hadise daha sorunlu bir hal almaya başladı. Margaret bir türlü kafedeki adamın karnındaki dövmeyi gösterdiği anı unutamıyordu. Takılmış bir plak gibi günde birkaç kez aynı sahne zihninde canlanıyordu. Adamın ona “Jessica!” diye seslenişi kulaklarında yankılanıyordu. İlk zamanlar bunları göz ardı etse de bu durum gittikçe rahatsızlık verici bir hal almaya başladı. Artık bazı günler işlerine odaklanamaz bir hale gelmişti. Yakınındaki birkaç kişi Margaret’ın bir rahatsızlığı olduğunu fark etmişlerdi bile. Belki de birkaç günlüğüne tatile çıkıp şehirden uzaklaşmak iyi gelebilirdi. Ama o tam tersini yaptı. Yaklaşık iki hafta sonra yine bir öğleden sonra aynı kafeye gitti. Tuhaf bir huzursuzluk yaşıyordu ama yine de Aaron ile karşılaşmak istiyordu. Saatlerce oturdu ve birkaç bardak kahve içti ama bekleyişi nafileydi. Sonra hayal kırıklığı ile ayrıldı kafeden.

“Jess! Seni ne kadar çok sevdiğimi biliyorsun, değil mi?”

Margaret yataktan fırlarcasına doğruldu. Nefes nefeseydi ve kalbi hızla çarpıyordu. Rüya görmüştü ama birinin bu sözleri kulağına fısıldadığına yemin edebilirdi. Hatta bu ses Aaron’un sesiydi. Pencereden içeri dolan ay ışığının aydınlattığı odada tedirginlikle göz gezdirdi ama ondan başka kimse yoktu. Başını yeniden yastığa koyduğunda artık uzun süredir ertelediği şeyi yapmanın vaktinin geldiğine emin olmuştu.

Ertesi sabah şehrin en ünlü psikologlarından birinin kliniğindeydi. Babasının ölümünün ardından Dr. Edward’dan çokça yardım almıştı. Ona güvenebileceğini biliyordu. Konuya girmek zor olsa da başından geçeni ve sonrasında yaşadıklarını anlatabildi. Edward dikkatle dinlemiş ve notlar almıştı. Doktor şaşırmış ve endişeli görünüyordu. Yine de Margaret’ı sakinleştirmeyi başardı ve tekrar görüşmek için randevu verdi. Bunu açıklanması zor kişisel tecrübe sonrası yaşanmış orta ölçekli bir travma olarak açıklamış ve kısa zamanda geçeceği konusunda hastasını teskin etmişti.

Psikoloğuyla konuşmak iyi gelmişti. Sonraki birkaç gün bu olayın etkisinden sıyrılmaya başladı. Artık kafedeki adamı da dövmeyi de daha az düşünüyordu. Yine de tam olarak unutamıyordu. Hala zaman zaman gözleri dalıyor ve o an yeniden hayalinde canlanıyordu. Özellikle üstünü değiştirirken ya da duş alırken gördüğü dövmesi bu olayı zihninde taze tutuyordu.

“Daha iyi olmana sevindim. Sana zamanla geçeceğini söylemiştim. Ama madem dövme bu olayı hatırlatıyor, sana dövmeni sildirmeni tavsiye edebilirim. Tabi yine de sen bilirsin!” dedi ve gülümsedi Edward. Bu diyalog konuyla ilgili dördüncü görüşmelerinde geçmişti.

“Düşüneceğim,” dedi Margaret ve teşekkür edip odadan ayrıldı.


***


Margaret hayatında ilk kez Maine eyaletine gelmişti. Son birkaç gündür Portland şehrinde bir otelde konaklıyordu. Şehri çok beğenmişti ve tuhaf bir şekilde tanıdık hissetmişti. Hâlbuki kendisi Portland ile pek benzerliği olmayan New York’ta yetişmişti. Belki de bu küçük şehri ve insanlarını daha samimi bulduğu için böyle bir yakınlık kurmuştu. Buraya tatil için gelmiş olmayı hayal ediyordu. O zaman daha huzurlu bir şekilde burada olmanın tadını çıkarabilirdi. Ama buraya gelişinin bir sebebi vardı. Son dört gündür bir şeyler olması için bekliyordu ama ne gelen vardı ne giden.

Geçen hafta evine gelen postalar arasında isimsiz ve pulsuz bir zarf bulmuştu. İçinden çıkan beyaz bir sayfada el yazısıyla sadece şunlar yazılıydı: 

“Tek isteğim seninle bir kez daha konuşabilmek. Seni bekliyor olacağım.

Aaron

Portland, ME”

Dakikalarca bu yazıya bakakalmış ve birkaç defa aynı cümleleri okumuştu. Karar vermesi güç olmamıştı. Ertesi gün uçağa atlamış ve birkaç saat sonra Portland’a varmıştı. Yalnız çıktığı bu yolculuğundan asistanı hariç kimseyi haberdar etmemişti. Yine de şehre vardığı ilk günün gecesinde Dr. Edward tarafından aranmıştı. Doktor, asistandan Margaret’ın nerede olduğunu öğrenir öğrenmez onu aramış ve son zamanlardaki psikolojik durumu sebebiyle Margaret’ın tek başına seyahat etmesinin uygun olmadığını ona ifade etmişti. Margaret’ın anlam veremediği bir şekilde doktor tedirgin ve telaşlı konuşmuş ve hatta ona seyahatini kısa kesip dönmesi tavsiyesinde bulunmuştu. Ancak Margaret’ın dönmek gibi bir niyeti yoktu. Aaron’ı nasıl bulacağını bilmiyordu ama yine de birkaç gün daha şehirde kalmak niyetindeydi. Bir umudu da yine Aaron’ın kendisine ulaşacağıydı.

Gündüzleri şehirde gezerek geceleri otelde oturarak bir hafta geçirdi. Kendisi bir şey bulamadığı gibi bir haber de alamadı. Artık burada daha fazla kalması için bir neden yoktu. Aaron’ı bulabileceği bir adres yoktu elinde. Aaron’ın kendisini aradığına dair bir beklenti de fazla iyimserdi. Muhtemelen Aaron’ın kendisinin şehre geldiğinden bile haberdar olmadığını düşündü. Hangisi daha safçaydı karar veremedi: Kendisinin hemen uçağa atlayıp koca şehirde bir adamı araması mı yoksa Aaron’ın adressiz bir mektup yazması mı? Belki de Aaron bir şeylerden korktuğu için tam adresini ve soyadını vermemişti. Ne sorular ne de olası cevaplar daha fazla fayda etmiyordu. Margaret boşa zaman kaybettiğine karar verdi. Ama şehirden ayrılmadan önce yapmak istediği son bir şey vardı.

Margaret internetten adresini bulduğu, otele yakın bir dövmeciye yürüyordu. Küçük meleğini seviyordu ama artık veda etmenin vakti gelmişti. Son birkaç haftadır yaşadıkları onu çok yormuştu. Bu mevzuyu daha fazla düşünmek istemiyordu. Dövmesini sildirmek bu olayın etkilerinden kurtulmasına yardım edecekti. Psikoloğu da öyle tavsiye etmemiş miydi?

“Sanctuary Tattoo” dükkânının önüne geldiğinde duraksadı. Küçük dükkânının vitrinine bakıyor ama neredeyse hiçbir şey düşünmüyordu. Sebepsiz bir boşluğa düşmüştü. Bir hiçlik ve soyutlanma hali… Tüm fikirler ve endişeler uçarak uzaklaşıyor, benliği bedenini terk ediyordu. Zihni daha önce hiç olmadığı kadar berraktı. Öyle ki ensesini ısıtan güneş ışığını da dudaklarına serinlik üfleyen ılık rüzgârı da hemen yakınından uçmakta olan kuşun cıvıltısını da hissediyordu. Bilinci dünyadan soyutlanmış gibiyken duyuları hiç olmadığı kadar keskinleşmişti. Bir rüyada gibiydi. İlerlediğini ve dükkâna girdiğini gördü. Kendisini karşılayan çalışan bir şeyler söylüyordu. O da duyuyordu ama anlamıyordu! Sanki yabancı bir dilde konuşuyordu dövmeci adam. Ve orada, o küçük dövme dükkânında yarı baygın bir halde dururken şok edici gerçeğin farkına vardı. Her şey ipi kopan bir kolyeden dökülen boncuklar gibi bir anda açığa çıkıyordu. Artık biliyordu ki ne bu dükkâna ne de bu şehre ilk gelişi değildi bu!

Ellerini sıkıca tutan Aaron’ın sıcak gülüşünü ve katalogdan kendisine dua eden melek dövmesini işaret edişini yeniden yaşıyordu.

Bir an sonrası ise karanlıktı. Sonsuz bir çukura düştüğünü hissetti. Beyni bu kargaşa ve yoğunluğa daha fazla dayanamadı.


***


Üzerinde “Çok Gizli” ibareli bir klasörü uzattı Doktor Edward. Margaret ile ofisinde yalnızlardı. Artık her şeyi açıklamanın vakti gelmişti. Nereden başlayacağını bilemiyordu ama bir şekilde söze başladı:

“Ne olduğunu öğrenmek istiyorsun ve bunu bilmen hakkın. Ve ben de hepsini anlatacağım ama lütfen şunu bil ki bizim kötü bir niyetimiz asla olmadı. Ve seni korumak için elimizden geleni yaptık ama olanları önleyemedik. Bunun için çok üzgünüm.”

Margaret da üzgündü ve hatta kızgındı. Son birkaç gündür hastanede yatmış ve ancak toparlanabilmişti. Yine de sakin kalmayı başardı. Tek isteği her şeyi bir an evvel öğrenebilmekti. Suskun kaldı ve dinlemeye devam etti.

“Seincarnation araştırma grubu olarak son otuz senedir devlet destekli çok gizli bir araştırma yürütüyoruz. Bilim çok ilerledi, birçok hastalığın çaresini bulduk. Ama insanlar hala ölüyor. Buna fiziksel olarak hala çare bulamadık. Ama ölümü bypass etmenin bir yolunu bulduk,” dedi doktor ve biraz duraksadı. Kendisinin bile hala hayranlık duyduğu proje Margaret’ı pek etkilememiş gibiydi. O sadece bitkin ve kaybolmuş gibi görünüyordu. Buna hayret eden doktor sözlerini sürdürdü:

“Samsara projesinin deneme aşamasındaki – eklemek isterim ki hala deneme aşamasındayız – ilk gönüllülerinden biri babanızdı. Kendisinin projeye yaptığı maddi desteği göz önüne alınca, böyle zengin ve güçlü birinin denek olmasının getirdiği riskleri göze almak durumundaydık! Daha doğrusu denek o değildi,” doktor sustu ve Margaret’ın gözlerine bakarak durdu birkaç saniye.

“Bendim,” diyebildi sadece Margaret.

“Bir çocuğunun olmasını istiyordu. Ama rahmetli Bay Ezio hayata çok bağlı biriydi. Açıkçası, ölümden korktuğunu bana bizzat söylemişti. Ama daha çok korktuğu şey bir gün kendi çocuğunun da ölümle yüzleşeceği ve yok olup gideceğiydi.

“Yok olmak…” diye sayıkladı Margaret, belli belirsiz bir tebessümle.

“Sen in vitro embriyo iken ilk hücrelerini ayrıştırdık. Bunu yapay olarak tek yumurta ikizi oluşturmak olarak düşün. Kısacası daha doğmadan klonladık seni. Ve Margaret her beş yılda bir psikolog ziyaretlerinde uyutuluyor, farkında olmadan beyin haritası sanal ortama aktarılıyordu. Hafıza ve benliği oluşturan nörolojik bağlantıların bir kopyası yani… Klonu olan Jessica ise başka bir şehirde başka bir kimlikle bakıcı bir aile tarafından büyütülüyordu.” Kısa bir duraksamadan sonra ekledi:

“Geçen yıl bir uçak kazasında Bay Ezio ve kızı Margaret öldü!”

Margaret şok olmuş bir halde anlatılanları dinliyordu.

“Sadece birkaç hafta önce son sanal beyin yedeklemesi yapılmıştı. Plan uygulamaya sokuldu. Jessica bir kazada yanarak öldü; daha doğrusu onu tanıyan herkes bu senaryoya inandırıldı. Başka birinin bedeni gömülürken, Jessica’nın beyni yeniden yapılandırılıyordu. Bedenen tek yumurta ikizinin aynısı olan Jessica, tüm geçmişinden arındırıldı ve Margaret’ın zihnine taşıyıcılık yapmaya başladı. Aradaki kısa zaman dilimi için eklenen yapay anıların da yardımıyla Margaret hayatına devam etti. O kazada sadece babasını kaybetmişti.”

Margaret yıkılmış bir halde ağlıyordu.

“Son olanlardan sonra sen artık bir bedende yaşayan iki ruh gibisin, Margaret! Ya da Jessica!”


***


Psikolojik bir yıkım yaşayan Jessica hayata tutunmak için Aaron’u buldu. Ama bu karşılaşma bir öncekinden çok farklıydı. Doktorun Jessica’ya açıklamadığı bir şey kalmıştı. Seincarnation Jessica’ya ulaşmaya çalışan Aaron’ı o mektuptan sonra durdurmak zorunda kalmıştı.

“Aaron! Benim, Jess,” dedi şaşkınlıkla ve karnındaki dövmeyi açtı. Yalvarır gözlerle bakıyordu sevgilisine. Ama Aaron sadece afallamıştı.

Son bir çare uzanıp Aaron’un gömleğini yukarı sıyırdı Jessica ama Seincarnation aynı hataya ikinci kez düşmemişti.

Dua eden küçük melek artık yoktu!

Yorumlar

Popüler Yayınlar